Fehmi ile Dünden Bugüne

21-06-2019 14:56
Fehmi ile Dünden Bugüne
Nasıl başladınız?

İlk dükkanın ismi NÖBONB’tu. Nöbetçi onbaşının kısaltılmışı. Bir tabela bulmuştum eskicide NÖBETÇİ ONBAŞI yazıyodu. Benim çok hoşuma gitmişti. Onu astım sonra tabela çalındı ordan tabi çalınınca sinirim bozuldu. Ben de ismini koyayım bari dedim. Daha açmamıştım henüz yeni zamanları. Aslında NÖBETÇİ ONBAŞI resmi olarak bir devlet dairesi olarak geçiyormuş. Burası askeriyenin bir yeri mi dediler. Maliye kabul etmedi ve NÖBONB oldu. Orası elli beş metrekareydi ama ben galatadaki devasa yeri tutunca tabi ulan neyapıcaz dedim bu kadar çok (bende o zaman obje de çoktu böyle değişik şeyler, mobilyalar, vs.) tabi hepsi birarada yine de sığmıyor. Bir gün değişik bir abi vardı böyle pavyon fedaisi(abisi) gibi bir abi beyoğlunda. Ben de içmişim, o da içmiş sıraselvilerdeki Selvi Lokantası’na çorba içeyim diye gittim. Bir baktım oradan bir ses "Fehmi! Kardeş, nasılsın?”. Baktım bu abi. "İyiyim. Sen nasılsın?”. Oturduk. "Napıyosun?” dedi. Dedim, "Yeni bir yer tutum. Çok büyük. Tadilatı da çok tuttu ama işte malzeme arıyorum, eksiklerim var.” dedim. "Fehmi, bak bir yerde bin tane bavul var içi dolu.” Kafası da güzel adamın. Çorbaları bir yandan döküyoruz, bir yandan içiyoruz. "Gümrükten almışlar bunları hep orjinal, eski dönem giysi dolu” dedi. "Nerede” dedim. "Depoda, yarın araşalım” dedi. Aradım "Şu an oraya gidemiyorum. Yarın araşırız” dedi. Yarın aradım. "Akşam onda okmeydanınında bir depoda” dedi. Ben biraz tırstım tabi o saatte. Benim de Ecevit diye bir elemanım var bir doksanbeş boyunda ama o da tırsak. Dedim, "Ecevit, birlikte gidelim.”. "Yok, ben gitmem öyle yere” dedi. Çalıntı mal da olabilir yani her şey olabilir. Biz bir türlü oraya gidemedik. İsmi kaldı yadigar. Galatadaki sonraki dükkanın adı da BİNBAVUL oldu. Her şey doğası içinde buluşuyor.

Vintage’a ilginiz hep var mıydı?

Vintage her zaman hayatımda vardı. Ortaokuldayken bile ablamların eski kıyafetlerini terzide yaptırıp giyerdim. Üniversitede hep gidip üç düğmeli altmışların ceketlerini bulurdum. Eski paltolar, yıpranmış kadife pantolonlar, isviçre-avusturya kar -içi komple kuzu kürklü- kar botları bulurdum. Vintage benim için var oluşun ve farklı olmanın nedenlerinden biriydi. Bit pazarlarına hep giderdim. Bit pazarları zaten bugün sizin Vintage algısı dediğiniz bu yeni dükkanlarla alakası olmayan şeyler. Vintage ile gerçekten ilgili insanların gitmesi gereken yerler. Hatta bir kere ben müşterilerimle bit pazarı turu yaptım. Ben orda beşe aldım elliye sattımın ötesinde bir şey bu. Bir Vintage kolonisi yaratmak zorundayız. Bu bir yaşam biçimi.

Biyoloji okumuşsunuz. Bu geçiş nasıl oldu?

Biyoloji masterı yaptım hatta doktoradan döndüm. Üniversiteye kabul edildim gitmedim. Biyolojiyi de Vintage gibi sonsuz bir şey olarak düşündüm. Odtü’nün tarihinde iki enstitüye kayıtlı tek öğrenciyim. Biyolojiyi meslekten öte tutkuyla okudum. Yalnız biraz ortaçağ tipiyim ben aslında. Bir sürü konuda hepsini birleştiren bir halim var. Biyoloji hayatımda halen var diye düşünüyorum. Meslekten öte bir şey. Vintage da, resim de, müzik de öyle benim için. Hangi dönemde yaşamak istiyorsun? diye sorsaydın eğer benim yerim ortaçağ yani. Çok yönlü olmayı ve çok yönlüyken bir şeyleri üretmeyi seviyorum. Benim hayatımdaki her şey bir pamuk ipliği ile bağlıdır. Çektin mi, kopar gider. Kopardım bak aldım dersin ama o bende kalan başka bir şey. Bazı insanlara küçük gelen şeylerin çok büyük olduğunu görüyorum. Bazı büyük şeylerin de küçük ve basit şeyler olduğunu görüyorum. Dükkan kısmına geçersek aslında satış yapmak benim için son nokta. Ne yaptığımın bile farkında değildim. Kaybettiklerimle kazandıklarımı yan yana koysan, kaybettiklerim on katıdır ama ben nedense bir şekilde ayakta duruyorum.

En çok hangi dönemleri seviyorsunuz?

Her dönemin aslında birbirleri ile geçişleri var. Mesela ben seksenleri seviyorum dersem, kırklardan bir sürü şeyin oraya alıntı gibi geldiğini kabul etmem gerekiyor. Ya da doksanlar dersem, otuzlardan hatta Coco Chanel döneminden maskulen bir etkinin oraya nasıl geldiğini görüyoruz. Biz aslında hala yirminci yüzyılı bitiremedik. Milenyum falan diyoruz, önümüzü göremiyoruz. Ne olacağını bilmiyoruz. Belki de kullanışlılık ilkesi ve dönemsiz olmak. Yani her zaman giyilebilir şey. Bu sizin her dönemde karşınıza çıkabilecek bir şey. Burada tabi kumaşın işlevi var. Bir de etnik şeylerin gücü çok fazla. Yüz yıllık etnik bir şey alıp, bugün giydiğin zaman gayet iyi olabilir. Sana kalmış. Dönemler arasında garip, sistematik bir geçiş var yani. Birbirinden beslenerek birbirini güçlendirmiş. Ama tam anlamı ile bir redde giren bir dönem var. Ciddi bir arayış dönemi olan seksenlerin tam ortası. Madonna’ların, Micheal Jackson’ların dönemidir yani. Bir de ellilerin ortası ve sonu arası savaş sonrası bir çıkış vardır, Elvis’le falan. O da uçuktur aslında. Hakikaten James Dean’lerin birden bire çıkması. Dans bile değişmiştir. Elvis aslında orda başka bir şey yapar. Rocknroll dediğimiz şey aslında bütün o salon danslarını reddeden bir şeydir. Belden oynama bir dalga biçimidir aslında. Latinleştirir. Oraya göre çok fazla anarşist bir duruştur. Modanın kendi içinde çıkışlar yapanlar var. Mesela Kenzo’nun çıkışı. Renkleri çok iyi kullanıyo yetmişler döneminde.

Aradan geçen yirmi yıla baktığımız zaman günümüzdeki Vintage algısını nasıl yorumluyorsunuz?

Yirmi değil onbeş yıl bile demiş olsak bile bir kere başlığı Vintage olan bir şey yaşamıyoduk ama tam Vintage yaşıyoduk. Yani bu Vintage kelimesi henüz yoktu. İkinci el diyorduk. Tabi çeşitli projeler için kostümle ilgili talepler yine oluyodu. Biz yine Vintage diyorduk ama Vintage diye bir dükkan kurmuyorduk. Yani bizim Vintage diye sektörel sorunumuz yoktu. İnsanlar Vintage parçalar bakmak için geliyordu. Vintage kelimesi hayatımızda yoktu ama Vintage’ın dibindeydik aslında. Mesela bugün ben Vintage dükkan açıcam diyen genç biri oturup proje çalışır gibi çalışıyor. Bu çok saçma yani. O yüzden o iş Vintage olmuyor. Daha baştan olmuyor yani bence kişisel görüşüm. Diyelim; Oldschool satacak, Oldschool Vintage’da var. Onu bir süre sonra tamamlayamayınca yanına yeni şeyler ekliyor tabi mecburen. Moda Vintage’ı kullandı. Daha sonra modacılar Vintage tasarım yaptılar. Bunlar yirmi yıl önceden yoktu. Modacı Vintage çalışınca böyle bir şey çıktı ama milletin kafası allak bullak tabi yani. Vintage mağazasına gelenlerin çoğu aslında yeni şey arıyor. Şimdi bu Vintage bütün herkese ulaştı anlamına gelmiyor. Ben yirmi yıldır belli sayıda insanın Vintage ile ilgili olduğuna inanıyorum ve görüyorum. Belli sayıdadır yani. Her dönem aynı sayıdadır. Hiç değişmez. ‘Vintage moda oldu’ diyorlarya. Hayır. Moda kelimesi zaten Vintage ile alakalı olmayan bir şey. Vintage hep vardı. Ama belli sayıda insanı ilgilendiriyor. Herkesi ilgilendiren bir şey değil. Ne yazık ki öyle. Acı gerçek. Popülizm üzerinden algılanandan rahatsızım. Modadaki Vintage’ı ben beğenmiyorum. Vintage zaten var. Tasarımcı gibi ortaya çıktılar ama styling yapıyor gibiler. Oldschool vardır tabi bunu reddetmiyorum.Hippilerden beri oldschool vardır. Second Hand hep vardır. Yalnız tabi bu işi yapan insanlarda bir sanatçı gözü var. Ya da yarı sanatçılık diyelim. Sanatçı ruhluluk gerektiren bir şey. Buraya elli parça getirsem. Bunlardan beşini seçip buraya koyuyorsan bu ruh bunu tanımlıyor. O yüzden bir sanatçı algısı var. Olması gereken bir şey var. Tabi burada bir moda düşmanlığı değil bu. Mesela çok kaliteli tasarımcılar gelip bir çiçeğe dokunur gibi dokunurlar ve sana da bunu hissettirirler. Ne kadar önemli bir iş yapıyorsun ve beni besliyorsunu hissettirirler. Böyle insanlar da var. Bu ayrı bir şey. Vintage, modaya rağmen, moda olmasa da vardır.

En unutulmaz müşteri deneyiminiz?

Ben büyük dükkandayken bir gün Japon bir kız geldi ‘Aki’. Her baktığı şeye gözlerini açarak "vauuv!” diyordu. Ben de orada şöminenin başında derviş gibiyim. Dedim ne oluyoruz? yani her şeye şaşırıyor. Gözlerini açıp yarı türkçe "Sen ne yapıyorsun burada?” dedi. Ama çok iyi bir soru hakikaten ben ne yapıyorum burada? Ben var mıyım? Yok muyum? Sadece şömine yakmak için koca dükkanı mı doldurdum, ne halt yedim yani? "Bunlar çok inanılmaz. Sen napıyosun bunlarla burada?” dedi. "Odun bulmaya çalışıyoruz. Kocaman şömine. Odun yetmiyor. Oradan buradan sandık topluyorum akşama kadar.” dedim. Şaşırdı tabi. Çok ilginç bir insandır. Hala arkadaşız Aki ile. O sırada 2010 İstanbul Kültür Başkenti için bir projem vardı. İstanbul’un fotoğraf gücü ve fotoğraf açısından kullanışlılığı üzerine bir projeydi. Üç sokak için bir fotoğraf projesi planlıyordum. Dünyanın her ülkesinden ikişer kişi gelecekti ve bir workshop yapılacaktı. Daha sonra onların çektikleri fotoğraflarla bir sergi yapılacak ve dolaştırılacaktı. Önce o sokaklara konacaktı. İstanbul’un her yerinde fotoğraf var yani fotoğraf gücü. Baya çalıştım ben yazdım bunu sonra görüştük ve olacak gibiydi. O sırada üstteki kadronun dolandırıcı olduğu ortaya çıktı ve hepsi istifa etti. Kimisi de görevden alındı. Kültür Başkenti meselesi siyasi bir güç haline geldi. Aslında dünya mirası denen şeyden bahsediyoruz. Avrupada da oluyo mesela. İstanbulun seçilmesinin nedeni de devasa binalarla ilgili değil. Belli ortaçağ motiflerinin yaşıyor olması. Neyse. Benimde proje olmayınca sinirim bozuldu. Nasıl olduysa bunu Aki’ye anlattım. Aki de çılgın yani. ”Çok güzel. Bunu Japonya’da yapmak ister misin?” dedi. Kasımın sonundayız. "Nasıl olacak? dedim. "Bir tane galeri var. Önce orada bu projenin sunumunu yap. Fotoğrafçılarla buluşalım. Daha sonra oradan İstanbul’a Japon’ları getirelim. Bu projeyi Japonya ve Türkiye için yapalım.” dedi. Bu manyak bana iyi geldi. Şöminenin başından eminönüne gitmeye üşeniyordum ama Ocak’ın beşinde ben Tokyo’ya indim. İnanılmaz yani. Aki beni aldı sonra dediklerini aynen yaptık. İki tane röportaj yapıldı benimle. Bu çılgın Türk’ün ne işi var burada neler yapıyor diye. Orada benim daha önce birlikte müzik ile ilgili çalıştığım bir Japon arkadaş vardı. Bana sürpriz yaptı. Birden bire on ikinci gün gezgin sanatçıların konser verdiği bir yerde konser verdim. Sonra Tsunami olunca o fotoğraf projesi de yattı. Yani dükkana gelen en ilginç insanlardan biri Aki’dir.

Bu mesleği yaparken sizi besleyen sanat dalı nedir?

Beni en çok besleyen resim. Uzun süre yaptım. Şu an bir sürü tuval aldım dükkan doldu. Yine tıkandım. Orada yapmak için bir sürü hayal kurdum. Galata’daki dükkanda yapmıştım onbeş-yirmi tane resim. İki tane büyük resmimi Fransız Sefarethane’si aldı. İstiklal’de yüz yıllık binada duruyorlar. Fransa’dan eksper gelip törenle aldılar. Binaya borcum vardı zaten iyi oldu.
 
 
FEHMİ
 

IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.